|
1-TÜRKÜLERİMİZ: Ana sütü kadar temiz, ana sütü kadar candan. Bizi söyler bizi anlatır. Bazen ümitsiz bir aşkın dile gelişi, bazen de oğlunu kaybetmiş bir ananın feryadıdır. Sevdamız, acımız, kederimiz, umudumuz türkülere yansımış; türküler halkla yaşamış, güzelleşmiş, ölümsüzleşmiş...Dilden dile, kuşaktan kuşağa söylenmiş durmuş. Dede ile torun türkülerde buluşmuş.
İlçemiz köyleriyle birlikte verimsiz ve ekime uygun olmayan arazilerden oluşmuş bir coğrafyaya sahiptir. Bu yüzdendir ki, geçim sıkıntısı, köylümüzü baba ocağından ayırmış, gurbet ellere atmış, gurbetçi nişanlısını bırakmış köyüne, bırakmış bırakmasına da bu özleme dayanamamış, ne kendisi ne de nişanlısı...Hasret bir kor gibi gönülleri yakmış, kavurmuş, gönüller yandıkça türküler oluşmuş, türküler söylenmiş. Yeni sevdalar, yeni türküleri; yeni türküler de yeni sevdaları oluşturmuş.
Türkülerimizden bir çoğunda hüzün vardır. Hele hele bunlardan biri var ki, elli küsür yıldır söylenmesine rağmen her söylenişte dinleyenlerin boynunu büker. Çünkü,bu türküde babasını, annesini, kardeşlerini ve diğer yakınlarını kaybetmiş insanların gözyaşı vardır. Boynu bükük yetimlerin hıçkırıkları, sefaletleri, yalnızlıkları vardır. Evet, bu türkü,1939 depreminin ardından yakılmış "Reşadiye Irmağı" diye bilinen Tahir Bey'in türküsüdür. Ya Deli Şükrü öyle değil mi? Bir babacan adamın, bir fukara babasının sürgün edilişi tahammül edilecek şey midir? Soyunda yiğitlik olan bir milletin insanları, yiğiti, yiğitliği unutur mu? Unutmamış ki, onu da hüzünle yoğurarak türkülerinde destanlaştırmış.
Türkülerimiz sadece ölüm ve yiğitlik üzerine söylenmemiş; aşk, özlem, doğa, güzellikleri üzerine de söylenmiştir. Güzelikleri dillere destan olan Şemsi Kız, Fadik, Kıymet türküleri birer sevda ürünüdür. Hem de karasevda ürünü... "Şemsi Kız" türküsünde Şemsi Kız`ın gönülleri yakan güzellikleri dile getirilirken, "Fadik" türküsünde ise, hanımının başkasına kaçmasına dayanamayan bir kocanın feryadı, çaresizliği vardır. Hatipoğlu türküsünde ise, muhtarlık yüzünden öldürülen bir gencin dramı dile getirilmektedir. Görülüyor ki, hüzün; bizim türkülerimizin mayasını oluşturuyor.
ABUM ABUM TÜRKÜSÜ
(ÖĞRETMENE VARAMADIM)
Yıl 1964. İlçemizin Hatipli Köyünde orta boylu, kumral saçlı, siyah gözlü, güzel bir kız yaşamaktadır. Bu kız, daha küçük yaşlarda öğretmene varma özlemiyle yetiştirilmiştir. Annesi, çocuğunu; “A benim öğretmene layık kızım, seni öğretmene vereceğim...” gibi sözlerle yönlendirmektedir. Ancak, kız büyüyüp gelinlik çağına gelince köyün zenginlerinden birinin çobanlık yapan oğluna nişanlanır. Aynı zamanda köyde öğretmen okulunu bitiren bir genç de bulunmaktadır. Kız, bu gence sevdalıdır. Bu sevda yüzünden nişanlısından ayrılır. Fakat, bu kez de öğretmenin babası, oğlunu köy kızıyla evlendirmek istemez; çünkü, oğlunu şehir kızıyla evlendireceğine yemin etmiştir.
İlk kısmeti çoban olan genç kız, ailesi tarafından aynı köyden bir başka çobanla evlendirilmek istenir. Düğün hazırlıkları başlar. Düğün günü gelir çatar. Kız başı yıkanır. Adet gereğince başı yıkanan kız, köyün çevresinde gezdirilir. Bu gezi sırasında gelinin mani söylemesi gerekir. Kız, öğretmene sevdalı olduğu için mani yerine sevdasını şu türküyle dile getirir;
“Öğretmene varamadım
Naylon çorap giyemedim
Karyolada yatamadım
Abum abum gız abum...”
Bu hüzünlü ağlayıştan çok etkilenen zurnacı Çakır Usta, aşağıdaki türküyü yakar. Türkü, Çakır Usta aracılığıyla çevre köylerde de söylenmeye başlar.
“Öğretmene varamadım Beni çobana verdiniz
Naylon çorap giyemedim Onbin liramı yediniz
Muradıma eremedim Günahıma da girdiniz
Abum abum gız abum Abum abum gız abum
Sebebim sensin abum Sebebim sensin abum
Gözün kör olsun abum Gözün kör olsun abum
Yorgan yastık çul hasır Şu Niksar’a varsalar
Yatılmaz huşur huşur Öğretmeni bulsalar
Karyolada yatak hazır Şu halimi görseler
Abum abum gız abum Abum abum gız abum
Sebebim sensin abum Sebebim sensin abum
Gözün kör olsun abum Gözün kör olsun abum
Çobana verdin gördün mü?
Onbini yedin doydun mu?
Kana kana uyudun mu?
Abum abum gız abum
Sebebim sensin abum
Gözün kör olsun abum
KIYMET
İlçemizin Darıderesi Köyü, Asker Ağa mahallesinde bir ağa yaşamaktadır. Bu ağanın kapısında yine ilçemizin Beşdere köyünden Ali adında bir hizmetkar vardır. Ali, boylu poslu ve oldukça yakışıklı bir gençtir. Ağanın Kıymet adında çok güzel bir de gelini vardır.
Ağanın gelini Kıymet ile hizmetkar Ali arasında bir ilişki başlar. Bu ilişki gittikçe karasevdaya dönüşür. Zaman gelir bu gizli sevda ferman dinlemez olur. Ali ile Kıymet anlaşarak kaçarlar. Kıymet’in kaçması ağayı çok derinden etkiler. Ağanın üzüntüsünün nedenlerinin başında gelinin sevdalısının Alevi olması gelmektedir. Ağa bu olayı hazmedemez. Bunu bir kişilik sorunu haline getirir. Nüfuzunu da kullanarak kaçan Kıymet’i yakalattırır. Mahkeme kanalıyla Ali cezaevine giderken iki sevdalı birbirinden ayrılmış olur.
Bu iki gencin sevdası, şu biçimde türküleştirilmiştir:
Ala çorap örmedim, Elma koydum sepete
Ayağıma giymedim, Yar oturur tepede
Çok güzel gördüm ama, Kıymet kızın gözleri
Kıymet gibi görmedim, Nam verir memlekete
Hoppa şina şinanay şinanay Hoppa şina şinanay şinanay
Yavrum şina şinanay şinanay Yavrum şina şinanay şinanay
Ala çorap nakışı, Şu yaylanın düzünde
Kıymet kıza yakıştı Güttüm sarı malları
Çok canları yakıyor Dillere destan oldu
Kıymet kızın bakışı Kıymet kızın halleri
Hoppa şina şinanay şinanay Hoppa şina şinanay şinanay
Yavrum şina şinanay şinanay Yavrum şina şinanay şinanay
Dere doldu taşınan Uzun uzun kavaklar
Gözüm doldu yaşınan Yeni doğdu şafaklar
Ela gözlü Kıymet’im Kıymet kızın başın
Kaçtı kızılbaş’ınan Beşdereli duvaklar
Hoppa şina şinanay şinanay Hoppa şina şinanay şinanay
Yavrum şina şinanay şinanay Yavrum şina şinanay şinanay
GÜPÜR
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşında yenildikten sonra karanlık bir döneme girilmiştir. Bundan kurtulmak içim Milli Mücadele başlar. Eli silah tutabilen herkez Milli Mücadeleye çağrılmaktadır. Seferberlik ilan edilir. Ancak buna katılmayanlar da vardır. Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi asker kaçaklarına Reşadiye’de de rastlanmaktadır. Güpür ve arkadaşları bu kaçaklardan bazılarıdır.
Asıl adı Ömer olan Güpür, aslen Bereketli’lidir. Fakat, Taşlıca(Kotanı) Köyüne içgüveyi gelmiş ve buraya yerleşmiştir. Güpür, kendisi gibi kaçaklarla bir çete oluşturmuştur. Bu çete içinde Nebişeyh’ten Halil, Yolüstü’nden Tıraş gibi kaçaklar da vardır. Bu çete grubu çevrede acımasızlıkları ve zorbalıklarıyla kendilerini kabul ettirmişlerdir. Ancak, bu yıllarda Baydarlı yakınlarındaki Yaycılı Rumlarından Kara Yorgi’nin de bir çetesi vardır. Güpür çetesi ile Kara Yorgi çetesi arasında zaman zaman çatışmalar çıkmaktadır. Bu mücadele çevre köylerini azınlık çetelerine karşı koruma özelliği de taşımaktadır. Bunların asıl barınma yerleri Çal Dağı’dır.
Çetenin içinde yiğitliği ile tanınan Nebişeyh’li Halil, Çal Dağında askerlerce yakalanır ve Sivas cezaevine götürülür. Halil, Sivas cezaevinden bir süre sonra kaçmayı başarır. Tekrar Çal Dağına döner, fakat bir süre sonra tekrar yakalanır. Cezaevine götürülürken affedildikleri öğrenilir. Sonunda serbest bırakılır.
Güpür, Halil ve arkadaşları için kim tarafından söylendiği bilinmeyen bir türkü yakılmıştır. Bu türkü, o günden bugüne söylenegelmiştir.
Güpürüm küçüceksin Güpür Bereketli’li
Beşli’yi nedeceksin? Halil bilmem nereli
Kaymakam’ın önünde İkisi de bir boyda
Ne cevap vereceksin? Başlıkları sırmalı
Çal Dağının tepesi Güpür geliyor Güpür
Görünmüyor ötesi Oniki uşağınan
Yürümüşde geliyor Gelme imamın Ömer
Halil’imin çetesi Vururum fişeğinen
Çal Dağının başına Meşe meşeye değmiş
Bir daha çıkar mıyım Meşe boynunu eğmiş
Meşenin dallarına Verin bana martini
Beşliyi asar mıyım? Halilin eli değmiş.
Çal Dağının başına
Arka verdim taşına
Akıllanmadık Halil
Neler geldi başıma
ŞEMSİ KIZ TÜRKÜSÜ
Cumhuriyetten önceki yıllarda, ilçemizin Tinyaba(Çevrecik) köyünde güzelliği dillere destan Şemsi adında bir kız vardır. Köyün bütün gençleri Şemsi kıza tutkundur; ancak, Şemsi kız, Büşürüm’ün Argun mahallesinden bir genci sevmektedir. Güzeller güzeli Şemsi kız, sevgilisiyle kaçınca onu seven gençler arasında büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Bu yüzdendir ki olay, kolay kolay kapanmamıştır. Tam bu sırada onu seven aşıklarından birisi tarafından Şemsi kız’ın sevdasını dile getiren bu türkü söylenmiştir.
Tinyaba’ya vardın mı? Tinyaba’nın taşları
Şemsi kızı gördün mü? Cik cik öter kuşları
Şemsi kızın saçını Dolanıyor boynuma
Ellerinle ördün mü? Şemsi kızın saçları
Tinyaba’nın deresi Tinyaba’nın deresi
Akıyor ırmak gibi Hayli çeker arası
Şemsi kızın memesi Kimselere benzemez
Balınan kaymak gibi Şemsi kızın yarası
Git geliyom ardından Tinyaba’nın düzünde
Ben ölüyom derdinden İnek güderim inek
Eğlen bir gül alayım Şemsi kızın yüzünden
Şemsi kızın yurdundan Yedim yüzelli değnek.
Neye gittin o yana?
Hiç gelmiyon bu yana
Yat kolumun üstüne
Dön o yana, bu yana
HATİPOĞLU TÜRKÜSÜ
İlçemizin Nebişeyh köyünde 1940’lı yıllarda Hatipoğlu ve Dallıoğlu aileleri arasında, muhtarlık yüzünden bir sürtüşme başlar. Bu sürtüşmenin sebebi, Hatipoğlu’nun muhtar olduğu halde Dallıoğlu’nun misafirlerini ağırlamasıdır. Bu anlaşmazlık gittikçe ölümle sonuçlanacak bir kavgaya dönüşür. Bu aileler, birbirlerine düşmanca tavır almalarına rağmen aynı zamanda akrabadırlar. Hatipoğlu’nun oğlu Mehmet, Dallıoğlu’nun oğlu Tevfik’in eniştesi, aynı zamanda da birbirlerinin teyze çocuklarıdır.
Tevfik yayladadır. Hatipoğlu’nun çocukları bunu duyunca yaylaya giderler. Tevfik’i bulup, korkutmak ve gözdağı vermek isterler. Ormanda Tevfik'i sıkıştırırlar. Olayın devamı yaylaya kadar sürer. Tevfik evde, hapis kalmış ve çaresiz durumdadır. Hatipoğlu’nun çocukları, Tevfik’in kapısına kadar gelip kapıyı kırarak içeri girmek isterler. Bunun üzerine Tevfik silahına sarılır ve teyze çocuğu olan eniştesi Mehmet’i kapının önünde vurur ve Mehmet orada ölür. Bu olay üzerine köyün türkü yakıcıları, olayı aşağıdaki sözlerle dile getirerek ölümsüzleştirirler.
Hatipoğlu nam verdi Yayla yaylaya bakar
Memlekete şan verdi Yayla suyu yan akar
Muhtarlığın yüzünden Vurma beni kayinçi
Oğlunu kurban verdi Bacın evde yol bakar
Koymuşlar arabaya Yaylaya gideceğim
Benziyor darabaya Yarimi nideceğim
Nasıl kıydın lan Tevfik Getirin balakları
Bu kadar merhabaya Vuruldum gideceğim
Yayla yaylaya karşı Tabancamı yağladım
Yayla olmuş bir çarşı Sol böğrüme bağladım
Vurma beni kayinci Eniştemi vurunca
Dosta düşmana karşı Geri döndüm ağladım
Hebüllü’den geçiyor Yaylaya giden atlı
Hatipoğlu’nun itleri Ne garertli gayretli
Vurmuşlar Mehmet’i Söyleyin Nazile’ye
Dallıoğlu’nun yiğitleri Ağlasın dertli dertli
TAHİR BEY'İN TÜRKÜSÜ
1939 yılında 27 Aralık sabaha karşı, herkesin derin bir uykuda olduğu zaman korkunç bir sarsıntı, Reşadiye ve köylerini adeta yerle bir eder. Halkın çoğu enkaz altında kalır. Çoğu da diri diri yanar. Kışın çok şiddetli geçmesi nedeniyle yollar kapalıdır. Bu yüzden, Reşadiye’ye uzanacak yardım eli gecikir. Ancak, depremden onbeş gün sonra bir doktor, yirmibeş gün sonra da Kızılay yardımı gelir. Burada biraz da il yönetiminin ilgisizliği söz konusudur.
Bu depremde toplam 2100 kişi hayatını kaybetmiştir. Hemen hemen her aileden bir kişi kayıplar zincirine katılmıştır.
Türküde adı geçen Tahir Bey ilçede uzun yıllar belediye başkanlığı yapmış son derece hatırı sayılır bir kişidir. Tahir bey bu depremde karısı ve oğlu Aydın’la birlikte hayatını yitirmiş; bu acı olay, türkülere konu olarak belleklerden hiç silinmemiştir.
Reşadiye ırmağı Reşadiye çeşmesi
Geliyor coşa coşa Köprüden mi bozuldu?
Vali bize bakmıyor Tahir beyin kolları
Sen yetiş İsmet Paşa Enkazdan mı ezildi?
Çifte kumrular konmuş Reşadiye ırmağı
Tahirin konağına Geldi doldu pazara
İngiliz çivisi batmış Tahir Bey'le oğlunu
Aydın’nın yanağına Bir koydular mezara
Kemal’im İstanbulda Reşadiye önünde
Ablasının yanında Uzun uzun kavaklar
Mektup yazın Kemal’e Meleşiyor kuzular
Biz kırıldık burada Işımıyor sabahlar...
DELİ ŞÜKRÜ TÜRKÜSÜ
Deli Şükrü ilçemizin Kızılcaören Köyünden Hacı Osmanoğullarındandır. Küçük yaşta babasını kaybetmiş ve amcasının yanında büyümüştür. Hamdi adında bir erkek ve beş tane de kız kardeşi vardır.
Cumhuriyetin ilanından önceki yıllarda, Osmanlı Devletinin idare tarzına göre Deli Şükrü yöremizde Mıntıka Müdürlüğü yapmaktadır. Görevli olduğu süre içinde daima fakirden, garibandan yana olmuş, zorbaların da korkulu rüyası haline gelmiştir. Yörede “fakir babası” olarak tanınmıştır. Deli Şükrü’nün bu davranışları zorbaların zoruna gider, fakat birşey de yapamazlar. Bundan kurtulmak için Deli Şükrü’yü Sivas Valisi Reşit Paşaya şikayet ederler. Vali'yi öyle doldururlar ve kendilerine öyle acındırırlar ki Vali olayı yerinde incelemek üzere ilçeye gelir. Hazırlanan komplo gereği Deli Şükrü suçlu bulunarak Bayburt’a sürgün edilir. Zorbalar Bayburt’u da az bularak Sivas’a götürmeyi başarırlar ve hapsettirirler.
Deli Şükrü hapiste yatarken Sivas eşraflarından birisi Vali Reşit Paşa’ya bir at hediye eder. At huysuz olduğu için kimse binemez. Birçok kişi dener; fakat, hiç kimse ata binmeyi başaramaz. “Buna binse binse biniciliği ile meşhur olan Deli Şükrü biner” derler. Durum Reşit Paşa’ya ulaşır. Vali Reşit Paşa, Deli Şükrü’yü getirtir, ata binmesini ister; ancak, Vali’nin çevresindekiler Deli Şükrü’nün kaçabileceğini söylerler. Vali bu tür endişeleri kabul etmez. Ne pahasına olursa olsun Deli Şükrü’yü ata bindirir. Deli Şükrü atın yelesinden tutar, atı sever, okşar ve bir sıçrayışta ata atlar, gözden uzaklaşır. Arkadan dedikodular başlar, birçoğu Deli Şükrü’nün gelmeyeceğini söylerler; fakat, Deli Şükrü, dedikoduları haksız çıkartarak geri döner. Reşit Paşa, Deli Şükrü’nün bu mertçe davranışını takdirle karşılar. Deli Şükrü’yü yanına çağırtır, gönlünü alır ve birkaçta hediye vererek affettiğini söyler.
Zenginin delisi, fakirin velisi Deli Şükrü hapisteyken halk ona sevgisini aşağıdaki şekilde dile getirmiştir.
Konaklar yaptırdım Uzun Çarşıya
Camlı pencereleri karşı karşıya
Haber anlatamadım Reşit Paşaya
Gelme emmim, gelme, dönmem geriye
Beni sürgün ettiler Angıldere’ye
Atımı çektim de binek taşına
Elim yetişmiyor eyer kaşına
Benden selam söylen Hamdi gardaşa
Gelme emmim, gelme, dönmem geriye
Beni sürgün ettiler Angıldere’ye
Kır atımda kirim kirim kişniyor
Beş bacım var evde nakış işliyor
Bilmem Hamdi kardeşim nişliyor
Gelme emmim, gelme, dönmem geriye
Beni sürgün ettiler Angıldere’ye
Deli Şükrü derler namı var idi
Mağripten maşrıka şanı var idi
Bahar geldi karlı dağlar eridi
Gelmem emmim, gelme, dönmem geriye
Beni sürgün ettiler Angıldere’ye
GÜRCÜOĞLU
Gürcüoğlu olayı, 1920’li yıllarda ilçemizin Karataş Köyünde gerçekleşir. Kendisi aynı köyden olup o yıllarda kalaycılık yapmaktadır. Kendisine son derece güvenen güçlü, uzun boylu ve yakışıklı biridir.
Gürcüoğlu, aynı köyden Molla Mehmet adıyla bilinen bir kişinin yengesine sevdalanır. Bu durumu Molla Mehmet bir türlü hazmedemez. Onu öldürmeyi kafasına koyar. Ama, bu işi kendisi beceremez. O yıllarda yine Bağdatlı Köyünde Karayılan diye birisi vardır. Molla Mehmet Gürcüoğlunu öldürmesi için Karayılana yüklüce bir para teklif eder. Karayılan da “Bu iş benim işim, tamam” der. Böylece anlaşırlar.
Bir gün Karayılan Gürcüoğlu’yla birlikte Güvendik Köyüne gider. Dönüşte Gürcüoğlu önde, Karayılan arkada yürüyerek gelmektedir. Karayılan arkadan tüfeğin tetiğine dokunur; fakat, tüfek ateş almaz. Gürcüoğlu geri döner, “Yahu Mustafa beni mi vuruyorsun?” der. O da “yok canım, tüfeği yeni aldım; onu deniyorum” diye karşılık verir. Sonunda ikisi de ayrılıp köylerine giderler.
Aradan epey zaman geçer. Molla Mehmet, Karayılanı sıkıştırır. Gürcüoğlu’nun işini bitirmesini ister. Karayılan'da durumu aynı köyden yeğeni olan İbiç’e anlatır. Birlikte bir plan yaparlar.
Karataş köyünün batısında “Torluk” diye bilinen dağlık bir yer vardır. O yıllarda keçi çalıp yemek, ferfene yapmak yaygındır. Öyle ki bir hırsızlık yapmayanı yiğit olarak kabul etmezler. İbiç, Gürcüoğlu’nu keçi yiyeceğiz diye alır, Torluk denen yere götürür. Ardıç ağaçlarının sık olduğu yere Karayılan önceden saklanır. İbiç de Gürcüoğlu’na o yeri işaret ederek keçiyi bağladıklarını, getirmesini ister. Gürcüoğlu ardıç ağaçlarına doğru yaklaşınca Karayılan tüfeğini ateşler. Gürcüoğlu yaralanır ve kaçmaya başlar. Arkasından yetişip kamayı saplayıp öldürürler. Üzerine ardıç dallarını örtüp, taşları yığarlar.
Cinayet zanlısı olarak Molla Mehmet, Karayılan, İbiç ve Karataş köyünden Tırıs’ı tutuklarlar. Cezaevinde Karayılan Molla Mehmet’i tehdit eder, cinayeti üstlenmesini ister. Sonunda Molla Mehmet bu olaydan onbeş yıl hüküm giyer. Diğerleri serbest bırakılır. Molla Mehmet Tokat Cezaevinde yatar, günü azalınca da Reşadiye cezaevine gönderilir.
Molla Mehmet’in babası alim bir kişidir. Oğlu tutuklandığı zaman suçluysa “Allah hapisten çıkarmasın” der. Yine de öyle olur. Molla Mehmet hapishanede cezasını tamamlar. Ertesi gün çıkacaktır. O gece Reşadiye’de 1939 büyük depremi olur. Cezaevi yıkılır. Yangın çıkar, içindeki bazı mahkumlarla birlikte Molla Mehmet de yanar ve hayatını kaybeder.
Bu olaydan esinlenerek halk arasında şu türkü yakılır.
Gürcüoğlu nara benzer
Boyu çınara benzer
Gürcüoğlu’nun kanları
Akan ırmağa benzer
Ağca taşın darısı
Sömek atmış yarısı
Oturmuş da ağlıyor
Gürcüoğlu’nun karısı
Taşiçinin ardıçları
Yere değer dalları
Koca taşın altında
Gürcüoğlu’nun kolları
Kama kesti yüzümü
Kan bürüdü gözümü
Gitme dedim Gürcüoğlu
Dinlemedin sözümü.
MÜDÜRÜN UZUN KÜRKÜ
İlçemizin Bereketli Kasabası 1940’lı yıllarda bir nahiyedir. Ramazan ayı gelir, Ramazan davulu çalacak bir mehter aranır. Nahiyenin Amasya’lı Nahiye Müdürü, Büşürüm Köyünden Çakır Usta’yı Ramazan davulu çalmak üzere Bereketli’ye getirir.
Çakır Usta, o yıllarda oldukça gençtir. Zurnasından çıkan uzun havalar ve oyun havaları birbirini izler. Bu havalar gençleri sevdalandırır; yaşlıları efkarlandırır. Çakır Usta bu havaları çaladursun, bir genç kızın Çakır Usta’ya sevdalandığı söylentileri yayılmaya başlar. Bundan Çakır Usta’nın da haberi olduğu kabul edilir. Köyde başlayan bu söylentileri dindirmek için Nahiye Müdürü Çakır Usta’yı çağırtır ve köyüne gitmesini söyler. Bu olay üzerine Çakır Usta, günümüze kadar söylenegelen aşağıdaki türküyü yakar.
Müdürün uzun kürkü
Yeni çıktı bu türkü
Ne kızıyon kör müdür
Söylenecek bu türkü
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
Aşma kırandan aşma
Yar seni tanıyorum
Her kırandan aşanı
Ben seni sanıyorum
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
Müdür beyin bacası
Şima ile kaynama
Gel git Çakırım gel git
Çamurları boylama
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
Amasyalı evrileceksin
Evrilip çevrileceksin
Şişman karınlı müdür
Kökünden devrileceksin
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
Şu Çakırın zurnası
Zuhurlukta ötüyor
Şişman karınlı müdür
Yeni kanun tutuyor
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
Çakır zurnaya vurdu
İmamlar geri durdu
Şişman karınlı müdür
Fitire sana kaldı
Yanma da güzelim yanıyom ben
Mendil salla geliyom ben
Bir güzelin uğruna
Verem oldum, ölüyom ben
FADİK
Reşadiye’nin Gökköy'ünde dillere destan güzellikte bir kız vardır. Fadik adındaki bu güzel kız, anne-baba zoruyla sevmediği biriyle evlendirilmiştir. Bu zorunlu evlilik, Fadik kızın mutlu olmasını engelleyen en önemli nedendir. Bunun sonucu, kocasına bir türlü ısınamayan Fadik, bir bahar sabahı sevdiği erkeğe kaçar. Terkedilen koca, büyük bir aşk ve özlem içerisinde alır eline sazını, başlar dertli dertli söylemeye...
Uykuları haram ettin gözüme
Darıldın mı Fadik haklı sözüme
Doya doya bakamadım yüzüne
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
Gittiğin yollarda diken olsun, taş olsun
Karnın dolu kucakların boş olsun
Gözlerinden akan kanlı yaş olsun
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
Boğazına takmış alaca boncuk
Belin sızlar olsun, bacağın Yılancık
Kız memeni emsin enikli kancık
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
Gökköy'ün altıda köyün yazısı
Fadik derler sana ana kuzusu
Böyle imiş alnımızın yazısı
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
Yeşilırmak çağıl çağıl çağlıyor
Benimde yüreğimi dertler dağlıyor
Garip anam boynunu bükmüş ağlıyor
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
Sarı saman gibi sararttın beni
Acı kahve gibi kararttın beni
Bırakıp da gittin ellere beni
Bana allar ettin kahbe Fadiğim...
SARSIKIRANI
Seferberlikten önce 1904 yılında Muratkaya Köyünde yaşanmış bir olayın öyküsüdür.
Bu köyde Hafız Ağa adında varlıklı ve konuksever birisi vardır. Tokat ve Sivas'tan İstanbul'a gitmek isteyenler Tozanlı üzerinden Ordu'ya geçerlerdi. Bu yol güzergahında bulunan Muratkaya Köyü'nde, Hafız Ağa'nın da evinde misafir olurlardı.
Hafız Ağa'nın at sürüleri Sarsıkıranı'nda otlanırdı. Çoğu kez Ordu üzerinden İstanbul'a gitmek isteyenlerde Hafız Ağa'nın atlarından yararlanırlardı. Hafız Ağa'nın ünü her tarafa yayılmıştı. Tozanlı bölgesinden gelip giden yolcular Hafız Ağa'yı Gölcük'e davet ederler. Gölcük Köyü'nde Esma Gelin diye bir güzel vardır. Bakışmalar, konuşmalar derken Hafız Ağa ile Esma Gelin arasında büyük bir aşk başlar. Hafız Ağa sık sık Gölcük'e gidip gelmektedir. İki evli olan Hafız Ağa'nın bu gelip gitmelerinin altındaki nedeni sezinleyen köy halkı bunu pek hoş karşılamaz ve bu olay karşısında kimin söylediği bilinmeyen şu türküyü yakarlar:
Sarsı Kıran'ında kır atım kişner,
Beşli martin gibi nüfuzum işler,
Benim Hafız Ağam Çardak'ta kışlar.
Kaldır Kırat ayağını nallayım,
Nallayımda yare karşı yollayım.
Aman Kırat nazlı Kırat beni yare kavuştur.
Küsülüyüm küsülüyüm beni yarle barıştır.
Has gümüşten kestireyim nalını,
Üç güzele dokutayım şalını,
Yar yoluna döndüreyim yolunu
Kaldır Kırat ayağını nallayım,
Nallayımda yare karşı yollayım.
Aman Kırat nazlı Kırat beni yare kavuştur.
Küsülüyüm küsülüyüm beni yarle barıştır.
Esma Gelin küpelerini sallıyor,
Hafız Ağam domur domur terliyor,
Kıratını da Sarsı kırında nallıyor.
Kaldır Kırat ayağını nallayım,
Nallayımda yare karşı yollayım.
Aman Kırat nazlı Kırat beni yare kavuştur.
Küsülüyüm küsülüyüm beni yarle barıştır.
SALİÇ
Saliç, Yeniköy’lüdür. Genç yaşta kocasını kaybetmiştir. Son derece güzel bir kadındır. Bu türkü, hayranları tarafından yakılmıştır.
Elinde cıngıl orak
Saliç tarlan çok ırak
Ne oturak, ne durak
Şu ortayı kurtarak
Ekin biçtim göğüdü
Nerden aldın öğüdü
Ben peşine düştükçe
Saliç gönlün büyüdü
Ekini biçe biçe
Bulamadım ucunu
Dahasını söylemem
Saliç bilir suçunu
Elinde cıngıl orak
Saliç tarlan çok ırak
Bu gece geliyorum
Karyolanda yer bırak
CİNBAN TÜRKÜSÜ
Cimi’den Cinban’a vardım
Yağmur yağdı kırda kaldım
Ben bu yana nerden geldim
Yolun nerde Cinban senin
Yaylalar sıra sıra
Ben de gidem arkasına
Neden geldim ben bu sıra
Yolun nerde Cinban senin
Cinban sana doyamadım
Çok aradım bulamadım
Duman çöktü göremedim
Yolun nerden Cinban senin
Dağlarında kuşlar öter
Çeşit çeşit çiçek biter
Dolaştığım bana yeter
Yolun nerde Cinban senin
Hiç gitmez mi kışın senin?
Ne belalı benim başım
Zehir oldu ekmek-aşım
Yolun nerde Cinban senin
Yavdaş’tan geçer yolum
Beri yanı benim köyüm
Ağalar beyler sizler duyun
Yolun nerde Cinban senin.
REŞADİYE SEMAHI
Yürü güzel yürü, yol alamazsın
Azrail olsan da can alamazsın
Elesen dünyayı kalbura koysan
Yine benim gibi yar bulamazsın
De ha ninni ninni de yar yürü yürü
Kaldır kollarını sar yürü yürü
Yürü güzel yürü yolundan kalma
Her yüze güleni dost olur sanma
Ölümden korkup da geriye dönme
Yiğidin alnına yazılan gelir
De ha ninni ninni de yar yürü yürü
Kaldır kollarını sar yürü yürü
Yürü güzel yürü ömrümün varı
Eridi kalmadı dağların karı
Ne de güzel olsa yiğidin yari
O da sevdiğine nazınan gelir
De ha ninni ninni de yar yürü yürü
Kaldır kollarını sar yürü yürü
Pınar olup kenarından akmayam
Yarim senden başkasına bakmayam
Senden başkasına eğer bakarsam
Yedi sene döşeklerden kalkmayam
De ha ninni ninni de yar yürü yürü
Kaldır kollarını sar yürü yürü
Yörede “Zamah” adıyla bilinen Reşadiye Semahı; dini temalar içeren bir Alevi türküsüdür. Türküyle birlikte oyun da oynanır. Bu oyunda, kadınlı-erkekli dönmeler sırasında, kollar yukarıya kaldırılır. Bu dönüşler; bir yandan Mevlevi semalarını andırırken, diğer yandan da Allah’a yalvarışın bir ifadesi gibidir.
ALAÇAM TÜRKÜSÜ
Alaçam allanıyor
Allanıp sallanıyor
Nazlı yarin yanağı
Öptükçe ballanıyor
Haydi yavrum gül pamuk
Uyan ömrüm uyanık
Benim gibi varm’ola
Yardan yüreği yanık
Bahçede bahtsız adam
Ayvada narsız adam
Kalaysız kaba benzer
Dünyada yarsiz adam
Gidiyon mu sevdiğim?
Bende gelecek miyim?
Verdin bana sevdayı
Çekebilecek miyim?
ÇARIĞIMIN BAĞLARI
Çarığımın bağları
Duman aldı dağları
Senin için dolaştım,
Şu dumanlı dağları
Çarık bağım çözüldü
Bağlasana sevdiğim
Ben askere gidiyom
Ağlasana sevdiğim
Yandığım senin için
Olmadın benim için
Şu gencecik ömrümü
Harcadım senin için
Yar sarardım sarardım
Senin için yanardım
Baş yastıkta göz yolda
Her gelene sorardım
Terekte pekmez sandım
Dökülür akmaz sandım
Gönlümü sana verdim
Ellere bakmaz sandım
|
|